ONUN ADIYLA..SEVDİĞİNE SELAMLA..

Ellerim küçük,kollarım güçsüz..Yıldızlar uzak,yüzleri parlak..Gönlüme düşen kadarı içimi ışıtan kadarı yazıya dökülsün..Yıldızlar da aldığı ışığı yansıtır ya,yıldızlardan aldığı bir ışık olursa yansıtsın kalem..

19 Kasım 2011 Cumartesi

Ebu Zer el Gıfari

Ona sonradan islamın sosyalisti dediler...Anlayamadı biri açken diğerinin tat ayırt edebilmesini,biri çıplakken diğerinin özel kumaşlara paralar vermesini,evsizler varken ev döşeyebilmesini,yalnız kaldı,yalnız yaşadı,sürgündü dünya onun için,bitti sürgünü en güzel yurda döndü...Ebu Zer....




          Gıfar kabilesinin en hırçın tabiatlı ferdlerinden biriydi. Cahiliye devrindeyken süvarilerin önünü kestiğine dair bilgilere ulaşılır. Yeni bir din geldiği haberini öğrendiğinde kardeşi Üneys’i Mekke’ye göndererek ondan yeni peygamber hakkında bilgiler istedi. Araştırıp dönen Üneys, “Muhammed-ül Emin” denilen bir zatın iyi ahlakı tavsiye edip kötülüklerden uzak durmayı istediğini bildirdi. Mekkeliler onun şair veya kahin olduğunu düşünüyorlardı. Kendisi de şair olan Üneys, “Fakat ben, şair ve kahinleri çok iyi bilirim. Onun sözlerini kahinlerin sözleri ve şiir çeşitleriyle karşılaştırdım, hiçbirine benzemiyordu!” dedi.
Üneys’in söyledikleri onu tatmin etmedi. Yol azığını hazırlatıp Mekke yoluna koyuldu. Hz. Ali’yle tanışarak evinde misafir edildi. Bir an önce peygamberi görmek istiyordu. Hz. Ali’yle beraber peygamberin evine gittiklerinde peygamberden dinini anlatmasını istedi. Heyecanla ve hayretle peygamberi dinliyordu. Daha sonra da iman etti.
İman etti ve durmadı
İçi içine sığmadı. Onun iman ettiği şeyleri herkesin duyup öğrenmesini istiyordu. O haliyle haykırabilir, dünyaya meydan okuyabilirdi.
Kureyşlilerin çoğunluk bulunduğu bir mekanın önüne geldi. “Ey Kureyş cemaati!” dedi, “Beni dinleyin. Biliniz ki, ben Ebu Zer, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve resulü olduğuna kesin olarak şehadet ediyorum.”
Ebu Zer’i duyan azgın müşrikler, taşlar ve sopalarla üzerine yürüdüler.
Bu olaydan sonra Medine’ye çekilerek annesini, kardeşini ve kabilesinin yarısını İslam’la şereflendirdi.
Her zaman Peygamber’in yanında
Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde Ebu Zer, onun huzurundan hiç ayrılmadı. Gece yarılarına kadar sohbetinde bulunurdu. Peygambere ondan “dostum” diye söz edecek kadar yakınlık duyardı.
Peygamberin bir isteğiyle Şam’a yerleşti. Şam valisi Muaviye’nin karşısına çıktı. Ondan zevk ve safa içindeki yaşamını terketmesini ve halkıyla ilgilenmesini istedi.
Sade hayatın peşinde
Gösterişten nefret ettiği kadar hiçbir şeyden nefret etmezdi. Sadeydi yaşamı. Kanaatkardı. Eline geçen paranın büyük bir kısmını fakire dağıtmaktan mutluluk duyardı. Açık sözlüydü. Doğru bildiği şeyleri söylemekten yorulmazdı.
Hayatının son senelerini Mekke yolu üzerindeki Rebeze köyünde geçirdi. Ölüm için hazırlıklarını tamamladı. Hanımına, “ölünce beni yıkayıp kefenleyin, sonra da yolun ortasına koyun!” diye vasiyet etti.
O tek başına bir cemaattir!
Peygamberin Ebu Zer hakkında söylediği “Yalnız gezer, yalnız yaşar, yalnız ölür” sözü istisnasız doğruydu. Ruhunu teslim ettiğinde yanında bir tek hanımı vardı. Yolun ortasına koyulan cenaze fazla beklemedi. İçlerinde Abdullah bin Mesud’un da bulunduğu Irak’tan gelen bir kafile Ebu Zer’in namazını kıldı.
Ebu Zer, 281 hadis rivayet etti. Rivayet ettiği hadislerin az olması, onun yalnız yaşamayı sevmesinde görülmektedir. Rivayet ettiği hadislerden:
“Kardeşine güler yüz göstermen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybetmiş bir kimseye yolunu göstermen sadakadır. Taş, diken ve kemik gibi insanlara zarar vercek bir şeyi yol üzerinden kaldırman sadakadır. Kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır” (Tirmizi, Birr:36.)
“Amellerin en üstünü, sevdiğini Allah için sevmek, sevmediğini de Allah için sevmemektir”(Ebu Davud, Sünnet:2.)
“Resulullah’ın karşılaşıp da musafaha yapmadığı hiç olmamıştır. Bir gün beni çağırması için birini göndermişti. Ben ise evimde yoktum. Gelince, Resulullahı’ın çağırdığını söylediler. Hemen yanına gittim, sedir üzerinde oturuyordu. Beni kucakladı. Bu kucaklama benim için çok güzel bir şeydi”(Edeb:143;Müsned,5:163.)
Mahmut Feyzi Dal yazdı...Dünya Bizim'de...